Kendimi Verici Sanırken Aslında Alıcıymışım!
İstemeye istemeye yaptığın şey, iyilik değil, gizli bir kontrol oyunu olabilir mi?
Sevgili arkadaşım,
Geçenlerde sana Nazlı Misafir Sendromundan bahsetmiştim. Hani, misafirperverlikte çığır açıp, sonra da Nazlı kahvemi beğenmeyince içten içe köpürdüğüm olay…
İşte dünkü workshop’tan sonra o hikâyeyi düşünmeye devam ederken ve bir aydınlanma daha yaşadım (kat kat avize gibi hikayeymiş):
Ben verici değilmişim, bildiğin alıcıymışım!
Şöyle ki:
Nazlı için brokoliler haşladım. (Veriyorum sanıyorum.)
Onun mutluluğunu kendi başarım saydım. (Hâlâ veriyorum sanıyorum.)
Ama yaptığım fedakârlıklar takdir edilmeyince içten içe sinirlendim. (Ooo, meğer alıcıymışım! Karşılık bekliyormuşum!)
Yani aslında bu koca tiyatro şunun içindi:
“Bakın, ben ne iyi bir insanım!”
(Yani filim.)
Ama işin komiği şu:
İstemeye istemeye yaptığın şey, karşındaki düşündüğün gibi tepki vermeyince seni delirtir!
Eğer gerçekten verici olsaydım, “Hmm, sevmedin mi? Süt ve şeker koy istersen” derdim, geçerdim. Ama içimdeki ses feryat ediyor:
“Ne demek acı olmuş Nazlı? O kahveye ruhumu koydum ben, RUHUMU!”
İşte o zaman fark ettim ki:
💡 Gerçek vericilik, kalpten verebilmek ve verdikçe mutlu olabilmektir.
💡 Dengeyi gözetmek ve başkalarının da vermesine (ve mutlu olmasına) izin vermektir.
💡 Ve bazen en büyük iyilik, hiçbir şey yapmamak, insanları ve filleri rahat bırakmaktır!
Şimdi dürüst olalım: Hepimiz bazen alıcıyız.
Takdir almak, iyi insan olduğumuzu kanıtlamak, karşı tarafın tepkisini kontrol etmek istiyoruz. Ama bunu “vericilik” maskesiyle yapınca, hem kendimizi hem karşı tarafı yıpratıyoruz.
O yüzden, istemeye istemeye brokoli haşlamadan önce bir dur ve düşün:
Gerçekten vermek mi istiyorsun, yoksa yine o egonun kafanda birtakım tilkiler mi dolaşıyor?
Sevgiler,
Pembe Fil